İLK FERİBOT NE ZAMAN?
Sis her yere öyle bir sinmişti ki… Göz gözü görmüyordu. Arabalı vapur için sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Fakat saatlerce bekleyip işe geç kalmak istemiyordu Ebru. Bir yandan kolundaki saate bakıyordu, bir yandan da önündeki araçları izliyordu. Bu yoğunluk onu epeyce telaşlandırmıştı.
Arabanın camını indirip görevliye seslendi. “Pardon, ilk feribot ne zaman? Ne kadar bekleyeceğiz?” Görevli beş dakikaya kadar geleceğini söyledi. Fakat zaman bir türlü akmıyordu.
Bir an önce sıkışıklıktan kurtulup vapura binmek istiyordu. Ama sonuç istediği gibi olmadı. Önündeki araç feribota alınan son araç oldu. “Hakikaten ne kadar şanssızım!” diye içinden geçirdi. Yetişmek için acele etse de yerinde kalakalmıştı.
Görevlinin “Durun!” işaretine sinirlenip söylenmeye başladı. “İnanmıyorum ya, bir araç daha almaz mı? Benim işe yetişmem lazım. Neden yardımcı olmuyorsunuz? Bu ne şanssızlık!”
Görevli, sakin kalmaya çalışarak cevap verdi: “Hanımefendi neden bana kızıyorsunuz ki? Herkesi sırayla alıyoruz, vapur dolmuşken size nasıl yardımcı olabilirim?”
Şansızlık mı cidden?
Ebru aldığı cevap üzerine sustu. Yanındaki su şişesini açıp biraz yudumladı. Sonrasında gözlerini kapatıp arkasına yaslandı. “Adam haklı yani, bu saatlerde vapur kalabalık oluyor. Boşu boşuna adama kızıyorum bir de. Her şey benim geç kalkmamla başladı. Bu sabah geç kalktım, evden de on dakika geç çıktım. Kendi geç kalmışlığımın faturasını kimseye kesemem. Niye şikayet ediyorum ki niye söyleniyorum. Ah Ebru ah... Artık akşamları erken yatmasını öğrenmelisin!”
Bir süre kendi kendine düşündü. Yaşadıklarını zihninde yeniden muhasebe etti, kabullendi. Kabul etmek, yaşadığı sorunu anlayabilmek zihnini rahatlattı. Olayları anlamak irdelemek için vakti olmuştu. Bir yandan da dışarıda ince ince yağan yağmura bakıyordu. Yağmur sesiyle kendi iç sesi bir müziğin orkestrası gibi bütünleşmişti. Kendini daha huzurlu hissetmeye başlamıştı. Yarım saat önceki gerginliği gitmişti.
‘’Hayatta ne kadar eksik kaldığımız, tamamlayamadığımız, geliştiremediğimiz yerler var.’’ diye düşündü. Aklından geçen sorular diline döküldü: “İnsan hayatta hep bir koşturma halinde. Başımıza gelen olaylarda irdelemeden söyleniyoruz. İsteğimiz olmayınca hep bir kafa tutuyoruz! Hep bir eksiklik hissi içindeyiz, neden acaba?”
Peki, öyleyse; insan bu hayatta ne olursa, kendini tamamlanmış hisseder? İnsanı tamamlayan şey nedir?
- İsminin önündeki unvanı mı?
- Maddi kazancı mı?
- Kendine ait bir evinin, arabasının olması mı?
- Her fırsatta yeni planlar yapabilecek arkadaşları mı?
- İstediği fiziğe sahip olması mı?
- Yiyip yiyip kilo almaması mı?
- Sınırsızca alışveriş yapabilmesi mi?
- Yakışıklı/güzel bir kişiyle evlenmesi mi?
- Bir evladı olması mı?
- Yoksa hayat içtikçe susatan tuzlu bir su mu?
- Ya da insan doydukça acıkan bir canlı mı?
- İnsan kusursuz hatasız mı, ya da hayat mı kusurlu hatalı?
İnsanoğlu hataları olan bir canlı…
İnsanoğlu zayıf…
İnsanoğlu eksik...
İnsanoğlu sınavlı…
Hayat insana eksik yanlarıyla, henüz geliştiremediği taraflarıyla ilgili sorular sorar. Bu sorular biz gelişelim diyedir. İnsan soruları cevaplamak istemediğinde bazen sorulara takılır, bazen başkalarının sorularına bakar. Kendine sorulan soruların adil olmadığını düşünür.
Acaba gerçekten hayat mı adaletsiz, yoksa bizim hayatı algılamamız mı?
Aslında hayat bize sadece zayıf olduğumuz konularda sorular sorar. O soruları doğru cevaplayarak güçlenelim, marifetlenelim ister... Bizler kendi sürecimize odaklanıp problemimizi çözmeye çalıştığımızda olumlu sonuçlarla karşılaşırız. Çevremizdekilerin hayatlarına veya başkalarının sonuçlarına bakmaksa bizi yanıltır. Çünkü herkesin eksik yanı farklıdır. Bu da herkese sorulan sorunun farklı olmasına anlamına gelir. Bize kolay gelen başkasına zor olduğu gibi, başkasına kolay gelen de bize zor olabilir. Herkes birbirinden farklıdır, herkesin zorlandığı yerler de farklıdır.
İnsan olayları bütünü ile göremediğinde, gerçekliğini algılamadığında olayları adaletsizlik olarak görür. Böyle olunca başkalarını suçlar, kendinde bir hata görmez. Dolayısıyla çözümü de kendinde aramayan bir insana dönüşür…
Peki o halde Ebru’ya sorulan soru;
Son vapurun dolup Ebru’yu almaması mıdır?
Yoksa Ebru’nun akşam geç yatıp sabah erken kalkamaması mı?
hayat bize zayıf olduğumuz konularda sorular sorar... hep de zorlar bizi .. mesele cevap ver ve geç takılma soruyu iyi anlayabilecek , soruyu bize gerçek soranı unutmayacak bilinç açıklığımız olur inşALLAH
YanıtlaSilŞikayet edip çözüm bekliyoruz.. oysa hayatta adalet var, çözüm de gözümüzün önünde… Emeğinize sağlık 💕
YanıtlaSilSuçu başkasına atmak kolay ama yine dönüp dolaşıp seni buluyor...
YanıtlaSilEmeğinize sağlık
YanıtlaSilİsteğine ulaşamayınca şansızlık diyen insan bir kendinden çıksa resmin tamamını görecek aslında.. demek isterdim:) çünkü insanın kendinden çıkıp gerçeği görmek istemesi biraz zor gözüküyor:) inşAllah diyelim:) nasip olur ümidiyle.. kaleminize sağlık.
YanıtlaSilO son vapuru kaçırmak, feribota aon binen olamamak, sıra bize gelince gişenin kapanması, asansörden inmek zorunda kalan kişi olmamız... hepsi birer işaret. Anlayabilelim inşallah
YanıtlaSilBaşımıza gelen olaylarda irdelemeden söyleniyoruz. Halbuki görünen bir de görünmeyen tarafı yani bizim daha önce oluşturduğumuz sebepler var. Daha adaletli algılayamak dileğiyle :)
YanıtlaSilKendi yaptıklarına bakıp kabullenmek zor... Ama bunu yapabildiğinde ancak yol alıyor insan... Yoksa kimse biz istiyoruz diye değişir mi?
YanıtlaSilBize zor gelen başkasına kolay, başkasına zor gelen bize kolay gelebilir...Farklılıklarımız huyumuzdan tutalım yaşadığımız zorluklara kadar uzanıyor 🤔
YanıtlaSilAcaba gerçekten hayat mı adaletsiz, yoksa bizim hayatı algılamamız mı?✨✨💫
YanıtlaSilHatalarımızdan deneyim çıkarabilmek ve öğrenebilmek kıymetli.
YanıtlaSilKabul insanı ne de çok zorluyor, böyle olduğunu bile düşünmüyor durumunu. Yok canım anlıyorum, tabiki... deniyor ama gerçekten kabul ediyor muyuz ?!!!
YanıtlaSilİnsanın o duygu yoğunluğu içinde durup "Şimdi bu durumda nasıl davranmak gerekir" diye kendisine soru sorabilmesi çok iyi bir yöntem, teşekkürler, kaleminize sağlık...
YanıtlaSil