Neden Her Şey Geçer Bu Hayatta ?

geçici
Neriman yattığı yerden usulca doğruldu. Yanı başında ahşap komodinin üstünde duran suya uzandı. Suyu almak isterken vücudunun ağrısına inat, suyun boğazından geçerken bıraktığı o ferahlığı hissetmeye çalıştı. Kaç gündür hasta yatağında yatmaktan sıkılmıştı. Kalkmak, bir şeyler yapmak istiyordu ama vücudu ona engel oluyordu. Vücuduna söz geçiremiyordu. Yıllardır hoyratça kullandığı vücudu artık onun sözünü dinlememeye kararlıydı belli ki. Oysa eskiden tüm yorgunluğuna rağmen bir şeyi yapmak istemesi harekete geçmesine yetiyordu. Şimdi ise yaptıkları bedenini, isteyip de yapamadıkları ise ruhunu acıtıyordu. 

Yetmişini aşalı birkaç yıl olmuştu. Tatlı acı ne kadar çok yaşamış ne çok anı biriktirmişti. Yaşadıkları şimdi ona hem çok uzak hem de çok yakın geliyordu. Hiç tükenmeyeceğini düşündüğü neleri tüketmişti. Hayat ona her şeyin geçici olduğunu bir kere daha ve sağlığı ile anlatmaya çalışıyordu. 

Dünyadaki her şey geçiciydi. Şu an var olan her şey sadece bir süreliğine oradaydı ve mutlaka geçecekti, anıları ve acıları gibi… Hiçbir şey sonsuza kadar değildi, her şeyin bir başı ve sonu vardı. Yaşadığı yıllar içinde buna binlerce kere şahit olmamış mıydı? Her doğan mutlaka ölüyor, her yeni mutlaka eskiyordu. Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyordu. Sadece odasında yetmiş yıllık yaşamına eşlik eden eşyaları değil, aynadaki görüntüsü de bunu açıkça anlatıyordu. Hayatın durağanlığının olmayışı her şeyin geçici olduğunun ispatı değil miydi? Her doğum ölümün, her başlangıç sonun işaretiydi. O halde bu geçiciliğin, verilen bu sürenin bir anlamı olması gerekmez miydi? 

Cevap sorunun içindeydi; elbette öyleydi. Zaman akıp gidiyordu ve bu akışta insandan bir şeyler bekleniyordu. Sınıfa girip “Beş dakikanız var.” diyen bir öğretmenin, “Haydi ama… sadece iki günümüz kaldı!” diyen bir patronun veya “Makinenin bitmesine yarım saat kalmış.” diyen bir ev hanımının öğrencilerden, çalışanlarından veya bir makineden beklentisinin olması gibi… 

Süre varsa mutlaka süre verilenden bir beklenti vardır, bu beklenti karşılansın ya da karşılanmasın… Bunu şimdi bu hasta yatağında çok iyi anlıyor, beklentiyi ne kadar karşılayabildiğinin muhasebesini yapıyordu. Yılları boşa mı geçirmişti yoksa yıllar içinde başarılar, mutluluklar mı biriktirmişti? 

Verilen an, her an ne güzel bir nimetti aslında. Bunu en çok da çocukluğundan biliyordu. Okula başlayana kadar o zamanın gelmesini beklemiş. Nihayetinde geldiğinde okula gitmediği zamanları özlemişti. Sonra okul bitse de işe başlasam derken, öğrenciliğin ne kadar güzel olduğunu düşünmüştü. O zaman her anın hakkını vermeye karar vermişti. Her şeyin geçip gittiğini ve sadece o anda yapılanların kalıcılığını anlamıştı. O ana sığdırabilecekleri, andan önemli olmaya başlamıştı. Şimdi de yaptığı aslında buydu. Hastaydı evet, hareket etmekte zorlanıyordu ama geçsin diye beklemek yerine ne yapacağı ile ilgileniyor, bu zamanı düşünerek değerlendiriyordu. 

“Evet…” diye geçirdi içinden bölünen düşüncelerini yeniden toparlamak istercesine… Kendinden beklenen sorumlulukları yerine getirebilmiş miydi? Öyle ya, hayatta herkes gibi kendisinden beklenen sorumlulukları vardı. Peki, herkes bu sorumluluklarının farkında mıydı acaba? Daha da önemlisi sorumluluklarının arkasındakinin… 

Sorumluluk varsa onu kontrol edenin olması, ona göre bir karşılık vermesi gerekmez mi nihayetinde? Trafikteki insanın sorumluluğunu yerine getirdiğinde ya da getirmediğinde aldığı karşılık aynı olmamalı, değil mi? Ya da sınava doğru cevap verenle yanlış cevap verenin, bir iş yerinde özveri ile çalışanla gününü gün edenin... Hepsinde mutlaka karşılığını verecek bir merci vardı ve iyi ki vardı. İyi ki bu hayatta yapılanların karşılığını verecek olan vardı. Peki kaç kişi bunun farkındaydı? 

Ne basitti oysa insanın kendi geçiciliğine bakarak kalıcı olana ulaşabilmesi. Peş peşe sıralanmış birkaç soru bunu apaçık ortaya serebilirdi:

“Her şey geçiyorsa, bu bir süre olmasını gerektirmez mi?”
“Süre varsa, süre verilenden bir şey beklenmesi gerekmez mi?
“Beklenen varsa, beklentinin karşılanıp karşılanmadığına bakılması gerekmez mi?”
“Karşılanıp karşılanmadığına bakılırsa bir karşılık verilmesi gerekmez mi?”
“O zaman bir karşılık verenin olması gerekmez mi?”

“İyi ki öyle… İyi ki varsın…” diyerek gülümsedi. Düşünceleri nihayete ermiş, varması gereken yere ulaşmıştı. Gözlerini kapatarak uykuya daldı. Kim bilir, yarın hangi geçici süreçlerden geçecek, hangi sebepten “İyi ki…” ile bitecek bir düşünceye varacaktı?

Bütün mesele bugün karaya bir damla ak düşürmek...
Ortalığı beyaza bürümek değil...

Y.H.

Yorumlar

  1. O zaman bugün ne yaşıyorsan o da geçecek, acı haz gözyaşı coşku neyse o hissettiğin. Aynı günün içinde bile dalgalanmıyor mu duygular, bir gülüp bir ağlayıp bir sinirlenip… ben niye bu tepkiyiveriyorum diyip bir düşünmeli demekki, ne soruluyor şu anda bana. Önümde sınav kapıdı açık bir soru sorulmuş bende cevaplıyorum, doğru şık mı bu seçtiğim, doğru olan hangisi diye düşünmeli insan.

    YanıtlaSil
  2. İyi ki Var, iyi ki... Bu farkındalık için teşekkürler 🌸🌿

    YanıtlaSil

Yorum Gönder