TANIYINCA ÇOK ŞEY DEĞİŞİR
Deniz, yosun yeşili rengini almıştı. Ne kadar severdi bu rengi… Ofisten nasıl çıktığını bilememişti Tahsin. Çok sinirlenmişti, gözü dönmüştü sinirden. Biraz daha kalsa gerçekten katil olmaktan korkmuştu. İlk defa aklına bir kişiyi öldürebileceği düşüncesi gelmişti. Hızla arabanın anahtarlarını aldı ve sadece kendisinin bildiği deniz kenarındaki küçük çay bahçesine geldi. “Ben beceremiyorum bu işi!” diye içinden söylendi. “Bir türlü insanları tanıyamıyorum. Herkesi kendim gibi zannediyorum.”
Tahsin hayatta kuralları olan birisiydi. Kendini bildi bileli böyleydi. Çocukluğu, tahsil hayatı böyle geçmişti. Çok fazla arkadaşı yoktu kalabalığı da çok sevmezdi. Çevresinde fazla insan olmadığı için ilişki kurmak, devam ettirmek, insanları tanımak konusunda çok tecrübeli sayılmazdı.
İki sene önce üniversiteden mezun olduktan sonra kendi işini açmıştı. Çalışma arkadaşlarını özellikle kendisi seçmek istemişti. Kendisi gibi sorumluluk sahibi olan, satışı yürütebilecek elemana ihtiyacı vardı. Tufanla iş görüşmesini yaparken onun o rahat tavırları çok hoşuna gitmişti. Rahat ilişki kurabilmesi, konuya rahat girebilmesi, güler yüzü… Tam satış yapabilecek bir eleman diye düşünmüştü.
Ancak Tufan’ın rahatlığı yüzünden şirket için çok önemli bir iş anlaşmasını ucu ucuna kaçırmışlardı. Durumu öğrendiğinde sinirden deliye dönmüştü. Şirketin geleceği için bu anlaşmayı yapmaları çok önemliydi. Bunu da Tufan’a onlarca kere anlatmıştı. Her seferinde aldığı cevap aynıydı. “Tabii Tahsin Bey, halledeceğim ben bu işi.” Ama görünen oydu ki halledememişti ya da halletmek için harekete geçmemişti.
Aslında, Tufanla ilgili işaretleri öncesinde görmeye başlamıştı ama anlam verememişti. Onun elinde olan imkanlara şükreden bir yapısı vardı. Bunu ailesinden görmüş ve hayatına geçirmişti. Tufan’ın hayatı ise şikayetler silsilesi şeklindeydi. Bir işi yapamadığı zaman hemen suçlayacak bir şey bulur ve suçlu bulduğu ile ilgili şikayetleri ardı ardına dizerdi.
Tahsin, insanların bir şeye sahip olduklarında, bir süre sonra ona nasıl da hızlıca alıştıklarını ve zaten hep öyle olması gerekliymiş gibi davrandıklarını düşündü. Gözlerimizin görmesi, kulaklarımızın duyması, uyanabilmemiz, konuşabilmemiz sanki hep vardı ve hep de olması gerekliydi... Ve sonra düşüncelerine, şükretmeyen insanın, zıddında şikayetlerinin nasıl da artmaya başladığı fikrini ekledi. O’na bu işin önemini o kadar anlattığı halde, ondan duyduğu tek şey şikayet olmuştu.
Zihni iki sene önceye gitti. İş görüşmesi sırasında başvuru sahiplerine sorduğu klasik soruları vardı. Bunların o insanı tanıma için yeterli olduğunu düşünürdü. Nereli olduğu, mesleği, kaç yaşında olduğu, evli ya da bekar olması gibi… Şimdi yaşadığı bu krizden sonra farklı düşünmeye başlamıştı. Bu detaylar gerçekten bir insanı tanımak için yeterli miydi?
Düşünceleri daha da derinleşerek genel yargılara varmaya çalışıyordu.
Birisinin doğum yılını bilmek ya da mesleğini öğrenmek; onunla komşuluk yapmak, işe almak ya da eş adayı seçmek için yeterli midir?
Tanışmak ve tanımak birbirine çok yakındı ama aynı kavramlar mıydı? “Hayır!” dedi kendi kendine. “Tanımak için detaydaki farklılıkları anlamak gerekir.” diyerek cümlesini tamamladı.
Tahsin’in babası kasaptı. Yemek yaparken bile malzemeyi tanımanın lezzeti değiştirdiğini daha küçük yaşta öğrenmişti Tahsin.
“Aynı et, aynı soğan; iki farklı kişinin elinden iki farklı lezzette çıkar. Antrikotun ya da kol etinin sertliği, lif yapısı farklı farklıdır. Bu farklılığı fark edenler sektörde öne geçmeye başlarlar. Onun el lezzeti bir başka olur.” diye anlatırdı babası.
Kendi şahit olduğu hayat öykülerini de serpmeyi ihmal etmezdi cümlelerine, yemeğin baharatını ekler misali…
“Bunu becerebilen ünlü bir şef olarak ismini duyur. Bir bakarsın onun açtığı mekanın önünde kuyruklar oluşmaya başlamış.”
Buna benzer öykülerle büyümüştü. Anlamanın ve ayırt edebilmenin önemini iyice bellemişti.
Babası anlattıkça anlatır, Tahsin de onu dinlemeyi çok severdi.
“Daha detayda farkı anlayanlar da vardır. Onlar etin yapısına göre bıçağına yön verirler. Kesme açısını liflerin yönüne göre ayarlarlar. Kesmesiyle, marine edilmesiyle, pişmesiyle tam da o etin yapısına uygun bir yöntemi yakalayınca, artık bu yöntemi bulan kişilerin unvanı sınırları aşmaya başlar. Onun elinden çıkan lezzeti tadabilmek için birkaç gün öncesinde rezerve yapıp o tada ulaşılabilirsin ancak.”
İnsanı tanımak da böyleydi aslında ama bunu hiç düşünmemişti şimdiye kadar. Doğuştan getirdiğimiz özellikler olduğu gibi kendimize eklememiz gereken özelliklerin de olduğunu bilmiyordu. Bunu bilmediği için kendi getirdiği özelliklere sıkıca tutunuyordu ama bu tek kanat onu uçurmaya yetmiyordu. Bu tek kanatla sadece kendi etrafında dönüp duruyordu.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; Her şey tanımamakla başlar ve tanıyınca çok şey değişir. Tanımak insana yöntem kazandırır ve yöntem bilenler hayatta ön saflarda koşanlardır. Her başarılı işin ardında, o konuyla ilgili en optimum yönteme sahip olan kişiler vardır.
Bir aşçı eti, bir terzi kumaşı, bir doktor vücudu tanıyabildiğinde iyi iş ortaya çıkartır ve hem maddi hem manevi kazançlar elde eder. Daha detayda bilgiye sahip olup, daha detayda farklılıkları anlayanlar ise daha da iyi işler ortaya çıkartır ve daha da kazançlı hale gelirler.
İnsanın en çok kazandığı ve kaybettiği alanlardan biri de ilişkileridir. Bu sebeple insanı tanımak, tanıyarak ilişki kurmak ilişkilerde kişiyi ileri taşır. İnsan farklılıkları anlayabildiği kadar ilişkilerine yön verebilir. Kendisi ile diğerleri arasındaki farkı anlayamayanlar ise, ilişkilerini el yordamıyla yürütmeye çalışırlar.
Nasıl yemek yapan birisi, her eti aynı yöntemle pişirdiğinde nice lezzetleri kaçırırsa biz de karşılaştığımız insanlara hep aynı şekilde davrandığımızda ilişkilerimizdeki nice lezzetleri kaçırmış oluruz. Lezzetli ilişkiler için insan tanımaya ihtiyaç vardır.
İnsan, yöntemini bilince; artık el yordamıyla değil gerçeğin yöntemiyle iletişime başlar ve artık hiçbir ilişki eskisi gibi olmaz. Daha hafif, daha anlaşılabilir, daha sakin, daha lezzetli… Sözün özü: Tanıyınca çok şey değişir…
Etten anlamayıp hepsine aynı muammeleyi yapınca hakikaten yazık ediyor insan... Usulünü de bilince tadına doyulmuyor. İnsanlar da böyle esasında. Bizim söz geçiremediğimizi bir başkası nasıl da güzel yönlendiriyor şaşırıp sinir oluyoruz.
YanıtlaSilNe güzel bir benzetme olmuş :) Hakikaten eti tanımayınca sonuç nasılsa insanı tanımayınca da öyle... İnsanda maliyet çok daha fazla hatta ...
Silkaleminize sağlık. çok güzel bir yazı olmuş. tanıyınca çok şey değişiyor. Karşıdaki neden o seni gıcık eden davranışı yapıyor, bunu anlayınca zaten gıcık olasında gelmiyor :))
YanıtlaSilTanıyınca çok şey değişiyor gerçekten, karşıdaki insanın neden o davranışı yaptığının gerçek nedenini bilmek... hem ilişkileri daha samimi bir hale getiriyor hem de sizi inatlaşmadan kurtarıyor. çok güzel bir yazı.. kaleminize sağlık.
YanıtlaSilHem de ne inatlaşma ... Şükür ki Kim Kimdir eğitimleri karşıma çıktı...
SilBir insanı gerçekten tam olarak tanıyamayız belki ama tama yakın nasıl tanırız ? İnsan sadece sebeplerden sorumluyken biz ilişkilerimiz için yeterince sebep oluşturabiliyor muyuz ? Düşündürdü...
YanıtlaSilİnsanı *gerçekten* tanımak çok ayrı bir olay. Kim kimdir eğitimleri iyi ki var ...
YanıtlaSil