İLK TORUN…
Kalabalık bir ailenin ilk torunuydu Sibel…
Hem güzel ve uyumlu, hem de sıcakkanlı bir çocuk olduğu için herkes tarafından sevilirdi. Dedesinin, ninesinin, teyzelerinin hatta komşuların bile gözdesiydi. Bu ilgiye bayılır, tadını sonuna kadar çıkarırdı.
Alışkın olduğu ilgi okul döneminde de devam etti. Çalışkan ve söz dinleyen bir öğrenci olduğu için öğretmenlerinin de gözdesi olmuştu. Bu da onu arkadaşları arasında popüler yapıyordu.
Üniversite sınavına hazırlandığı süreçte büyük bir özgüvenle "Nasıl olsa hallederim." diye disiplinsiz davranmış ama işler düşündüğü gibi gitmemişti. Üniversitede istediği bölüme girememiş, çok hevesli olmadığı bir şehirde puanının tuttuğu bir fakülteyi tercih etmek zorunda kalmıştı.
Sibel güzelliğiyle de dikkat çekiyor ve beğeniliyordu. İnsanların ona olan aşırı ilgisi, onları Sibel’in gözünde değersizleştiriyor ve çok çabuk sıkılmasına sebep oluyordu. Hep daha iyisini bekliyor; kendisini en iyisine layık görüyordu.
Bekliyorum ama doğru şeyi mi?
Üniversitenin ikinci yılında Kadir ile tanışmıştı. Kadir onu el üstünde tutuyor, mutlu etmek için ne yapacağını şaşırıyordu. Sibel ise Kadir’in ilgisinden memnundu fakat sürekli “Bir şeyler eksik, mutlu olamıyorum.” diyordu. Mutluluk insanın içinde olacak bir şeydi, dışarıdan birilerinin çabasıyla olmuyordu. Bir boşluk içinde geçtiğini düşündüğü günlerinden birinde fotokopi sırasında Sinan’la karşılaştı. “Çok acelem var, sıranızı alabilir miyim?” demişti Sinan’a. Sinan ise cevap bile vermeden önüne dönüp sırada beklemeye devam etmişti. Kendisiyle hiç ilgilenmeyen, üstelik öyle bir soru sormamış, bir ricada bulunmamış gibi davranan bir erkek Sibel’in ilgisini çekmişti. Kadir’le mutlu olamadığı düşüncesiyle Sinan’a olan ilgisi birleşerek Kadir’le olan ilişkisini nihayete erdirmişti. Hayatında daha da belirginleşen eksikliği ise Sinan’la doldurmak istemişti.
Bir süre Sinan’ın dikkatini çekmeye çalışıp sonunda yakınlaşmayı başarmıştı fakat Sinan’ın ilgisiz tavırları ilişkileri boyunca da devam etti. Ona istediği ilgiyi ve beğeniyi göstermemesi Sibel’i daha çok hırslandırıyordu. Kendini beğendirmek adına Sinan için taviz üstüne taviz veriyor, istemediği şeyleri bile yapmak zorunda kalıyordu. Tüm bu çabalarına rağmen beklediği karşılığı alamıyordu.
Beklenen sonuç oldu ve Sinan ona istediği ilgiyi gösteremeyeceğini, ayrılmak istediğini söylemişti. Sibel’in bunu hazmetmesi aylarını almıştı. Onun gibi biri nasıl olur da terk edilirdi? Hem canı yanıyor hem de sürekli "Neden?" diye soruyordu. Arkadaşları Sinan’ı suçluyor "Sana layık değildi." diye onu teselli etmeye çalışıyorlardı.
Mezun olmasına yakın kendini ancak toparlayabilmişti. Diplomasını alır almaz iş arayanlar kervanına katıldı. Onlarca görüşmeye "Benim gibi birini kaçırmazlar." özgüveniyle gitti fakat sonuç alamadı. Şaşkındı: "Nasıl beni reddederler? Neden? Kaliteli biriyim, enerjim yüksek, kendimi sevdiririm…" diye düşünüyordu; fakat işin gereklilikleri için yeterli donanımı olup olmadığı aklına gelmiyordu. Ona göre başvurması, işe kabulü için yeterliydi. Her zaman beğenilmiş, takdir edilmiş biri olarak kendini geliştirmeye ihtiyaç duymamıştı ki…
Aylarca süren arayıştan sonra nihayet olumlu bir dönüş oldu. İçindeki potansiyeli göstermesi için o fırsatı sonunda yakalamıştı. Çevresinin gözdesi olduğu zamanlardaki gibi işyerinde de üstleri tarafından takdir görmek için çabalıyordu. Oysa bu isteği onun takım çalışmasına uyumlanmasına engel oluyordu.
Yaşamı boyunca çevresindekileri sevimlilikleriyle yönetebilmeyi başarmıştı ancak bu yöntemleri işyerinde etkili olmuyordu. Angarya gördüğü işleri çalışma arkadaşlarına şirinlikle yaptırarak, işin ışıltılı kısmını kendisi sahiplenmek istiyordu. Ona göre herkes onun isteklerine uyum göstermeliydi. Yönetim kadrosuna tavizler verip, görevi olmayan sorumluluklara talip olurken kendi seviyesindekilere talepler yağdırıyordu.
Verdiği tavizler yüzünden artan iş yükü ve çalışma arkadaşlarıyla yaşadığı çatışmalar sebebiyle performansı gitgide düşüyordu. Alkışlanmak bir yana, yaptıkları beğenilmiyor, performans görüşmeleri kötü geçiyordu. Bu kadar çabalamasına rağmen neden böyle oluyordu? Bütün problemli yönetici ve iş arkadaşları ona mı denk geliyordu?
Çabalıyordu ama neden olmuyordu?
Kendini yalnız hissediyordu. Sanki tüm dünya ona cephe almış gibiydi. İş arkadaşlarının bu tavırlarının kaynağının kıskançlık olduğunu düşünüyordu. Peki, yöneticileri neden böyle davranıyordu?
Bildiği tüm yöntemleri uygulamış ancak sonuç alamamıştı. İyice köşeye sıkışmıştı. Tıpkı Sinan’da olduğu gibi… Her şey ellerinin arasından kayıp gidiyordu.
Bu işte kaçırdığı bir şey olmalıydı. Nasıl oluyordu da bu kadar çabalayan birini gözden çıkarabiliyorlardı?
İnsan beklentisini doğru yönetemediğinde problemler yaşar.
Her canlı gibi insanoğlu da muhtaç yaratılmıştır. Kaçınılmaz ihtiyaçları vardır: Yeme, içme, barınma, giyinme gibi…
Somut ihtiyaçlarının yanında soyut ihtiyaçları da vardır: Beğenilme, ilişki kurma, kabul görme gibi... İnsan bu ihtiyaçlarını karşılamak için çaba sarf eder.
Doğuştan verilen imkanlar ve yaratılış sebepli beğeniler insanı yanıltır. İnsan kendini hiçbir bedel ödemeden yeterli görür ve isteklerine ulaşmak için başkalarının katkısını bekler. Dışarıdan desteklendikçe kendi çabasını ortaya koymak külfet gelir.
Kimileri de beğenilmeyi ihtiyaçtan çıkartıp hayat amacı haline getirir, beğenilmek için olmayacak yollara başvurur.
Hangi sebeple olursa olsun, başkalarına dair oluşan beklenti insanın özgürlüğünü elinden alıp dış dünyaya bağımlı hale getirir. Çünkü kendisini mutlu ve başarılı hissettirecek her şey artık başkalarının kararına kalmıştır. Kendinde olması gereken otorite başkalarının eline geçmiştir.
İnsanın mutlaka bir beklentisi olacak. O zaman tek yapacağı seçim yapmak…
Mutlu ve başarılı olmak için beklentim kimden olacak? Kendimden mi, kontrol edemeyeceğim başkalarından mı?
Bizim işyerinde de böyle biri var ama o kendini öyle görmüyordur. Gerçekten insan fark etmeden çok itici oluyor.
YanıtlaSilBenim de iticiliklerim varmış, eğitim programınıza katılınca fark etmiş ben çok şaşırmıştım😊
Emeğine sağilık insan beklentisini yanlış yere kırsa sorun yaşar
YanıtlaSilBirçok problemimiz anlamaya yol açan güzel bir yazı... Kaleminize sağlık
YanıtlaSilMutlu olabilmenin sırrı, beklentileri doğru yönetebilmektir. İnsan, değerinin başkaları tarafından belirleneceğini zanneder. Fakat insan, kendi değerini kendisi belirler. Kendi değerimizin ve neleri yapıp neleri yapamayacağımızın ne kadar farkındayız?
YanıtlaSilİnsan alışkın olduğu şeyi kaybetmek istemediği için taviz üstüne taviz veriyor..Kendimden bir parça buldum yazı da kaleminize sağlık.
YanıtlaSilBeğenilme egosu ne çok uzaklaştırdı bizi bizden..Biz olmayan övgüler biz olmayan çabalar biz olmayan ilişkiler..Sahtelikler..
YanıtlaSilDoğru seçim yapabilenlerden olabilmek ümidiyle... Kaleminize sağlık
YanıtlaSilBeklentiyi içe döndürmemiz gerektiği ne kadar güzel örneklendirilmiş
YanıtlaSilİlişkinde, işinde, çocuğunda, anne babanda, arkadaşında... Nerede olursa olsun beklentisini doğru yönetemediğinde insan mutsuz olur. Kaleminize sağlık :)
YanıtlaSil