DEMİR TAVINDA DİLBER ÇAĞINDA…

DEMİR TAVINDA DİLBER ÇAĞINDA…

Evden çıkmaya çalışırken bir taraftan düşünüyordu Ceren;

“Canım çocukluğum ne güzeldi, yetki de yoktu sorumluluk da… Oyna, kirlen, ye iç…”

“Anca bir kulak çekimi yanıyordu canımız, bir diz acısı kadardı bütün üzüntümüz.”

“En büyük derdimiz bilyelerimizin sayısını çoğaltmak veya olanları kaybetmemekti... Sokaktan topladığımız kibrit kutusundan kağıtlarımızın sayısı ve akşama maçta nerede buluşacağımız bir de…”

Yorgunluk nedir bilmediğimiz, bir yere yetişmeye, bir şeyi yetiştirmeye zorunluluğumuz olmadığı yıllardı.

“Vallahi bilseydim bunca sorumluluğu büyümezdim.” dedi gülümseyerek.

Ne mümkündü şimdi? 

Kocaman, evet kocaman 30 yaşında bir kız olmuştu, yetki de sorumluluk da kucağındaydı.

''Okumalısın kimseye muhtaç olmamalısın. Ayaklarının üzerinde durmalısın.'' dediler. 

“Okuduk, ayaklarımızın üzerinde durmaktan pehlivan olduk.”

“Sen yaparsın, başarırsın. Güçlüsün… Oku çalış...”

O gün onu söyleyenler şimdi prenses gibi davranmasını istiyorlardı. 

''E, beni siz bu hale getirdiniz. Pehlivan yaptınız. Ne oldu ayaklarının üzerinde durma meselesi? Açtığınız yolda, gösterdiğiniz hedefe hiç durmadan yürüdüm.''

Aile meclisi kararı ile Ceren’in geri kalan ömründe sadece ayaklarının üzerinde değil hayatında da yalnız duramayacağına karar verdiler. Saç ayağı lazımmış. Hedef bulmaya çalışıyorlar; ''Kim olsun?'' 

Buna neden şimdi karar verdiniz? Yirmili yaşlarda söyleseydiniz ya… Onca yıl okul, kariyer diye diye ne hedefleri ıskaladık.

Bakalım kim kazanacak?

Canım anneannem, tek derdi beni evlendirmek. Nasıl bir duygusal baskı yapıyorlar anlatamam. O kadar o kadar dert ediniyor ki… Ama konuyu kendi lisanında konuşuyor. Ben bazen dediklerini anlayamıyorum. Sanırım şifreli.

Sürekli, ''Etin kantar tutarken evlen.'' deyip duruyor. Anlamıyorum, çevirilere bakıyorum, arama motoruna bakıyorum ama orada da yok. Anlayacağınız bir mücadele içindeyim. Ben bekarlığa asılıyorum, ailem evliliğe… Bakalım kim kazanacak?

Her gün, abartmıyorum her gün konumuz, gündemimiz benim evlenme yaşımın gelmesi, hatta geçmek üzere olması.

''Bence de! Madem artık yaşım evlenmeyi geçmek üzere, geçsin gitsin, değil mi?'' deyiverdim. 

Annemin bana bir bakışını yakaladım ki içinde neler vardı neler… Görsel iletişimde çok etkili kadın bu annem. Kelime kullanmadan laf söyleyebiliyor...

''Nasıl evlendiririz? Bu kızı kiminle evlendiririz?'' diye kafa kafaya vermişler hedef arıyorlar. Bu azimle ekonomiye el atsalardı düzeltirlerdi herhalde.

Tam kapıdan çıkarken; ''Son derece memnunum bekarlığımdan, görüşürüz.'' diyerek kaçtım ama karşı komşumuza yakalandım. 

Karşı komşumuz çok nazik bir hanımdı. O da duymuş olacak ki son cümlelerimi;

“Günaydın… Zaten evlenmemenin sebebi de bu değil mi güzel kızım? Çok memnunsun bekarlığından.” dedi. Tebessüm ediyordu ama bir mesaj vardı sanki bana iletmek istediği. 

Tebessümle karşılık verdim, ''Günaydın Ayşe teyze, neden değiştirmek ister ki insan memnun olduğu bir şeyi ya da nasıl değiştirir? Memnun olduğun arabayı, memnun olduğun evini, işini neden değiştirsin ki insan? Bir üst versiyonuyla değiştirmek ister ancak. Ben kocaman bekarlığımdan çok memnunum. Gerisini onlar düşünsün…” 

Anneannem seslendi arkamdan; ''Demir tavında dilber çağında makbuldür.'' 

“Anneanne yaaa..” 

Ceren avukattı. Dev şirketlerin uluslararası sözleşmelerini yapıyordu ama anneannesinin söylediklerini anlamakta zorlanıyordu. 

Attı kendini sokağa, bastı kontağa… Radyoda bir şarkı ‘evlilik kafası’ “Ahaha… Gönder gelsin hayat benden istediklerini…'' dedi, tebessüm ederek…

O gün yıllardır çalıştıkları şirketle yeni sözleşme yapılacaktı, hazırlıklar tamamdı. Ortağı Betül yine Ceren’den önce gelmişti. 

''MaşAllah üç çocuk, koca… Nasıl halledip gelebiliyorsun? Ben evden zor çıkıyorum.'' 

Betül gülümseyerek ''Severek yapıyorum bu işi.'' dedi. ''Şaka bir yana, zaman yönetimini doğru yapınca yetişiyor. İşler güçler, çocuklar, eş korktuğun kadar zor değil. Gel bak ‘he’ de evliliğe, sana da öğretirim. Ne de olsa usta sayılırım.” diyerek ekledi. Sırıtıyordu.

Şirket sahibi Zait Bey çok beyefendi bir adamdı. Kibar, saygılı, yaşı oldukça vardı ama hala çalışıyordu ''İş beni diri tutuyor.'' diyordu. 

Sözleşmeler okundu, gerekli eklemeler yapıldı. Hafta sonu yeni iş yapacakları firma yetkilileri ile düzenlenen organizasyondan bahsedildi.

“Betül hanım, Ceren hanım eşlerinizle beraber sizi de bekliyoruz.'' dedi Zait Bey. 

“Biz kocaman bir aileyiz, hepinizi bekliyorum.” 

Betül, “Ceren evli değil Zait Bey, gelemez.” diye patlattı lafı. 

''A, çok şaşırdım'' dedi Zait Bey. 

“Gençsin, akıllısın, başarılısın…” diye devam ediyordu ki buna fırsat vermeden atıldı Ceren; 

“Efendim nasip işi, denk gelmedi demek ki…” 

Evlenmek nasip işi mi?

Betül söze karıştı hemen; 

“Nasip tabi ama nasip için de hedef belirlemek, ona göre iletişim kurmak gerekli, istemek gerekli.”

Ceren gözleriyle dövüyordu Betül’ü…

Zait Bey; ''Beyaz atlı prens bekliyorsanız, yok öyle bir şey. Biri çıkıp kandırmış kızları. Kendimden biliyorum...'' 

Neyin itirafıydı bu şimdi? Beyaz atlı olmasa da olurdu, hatta atı da olmasın. 

Zait Bey gidince; ''Ama bizimde var kriterlerimiz.'' dedi usulca Ceren. 

Betül “Nedir yani senin kaç yıldır bulamadığın kriterin, söylesene.” diye üstüne gitti.

“301. Spartalı gibi bir şey… Kayaları bir dağdan bir dağa taşıyabilecek… Güneşin altında sararmış başaklar gibi dimdik durabilen… Anadolu dağlarından doğmuş… Toprağın atası… Yağmurun yeğeni… Güneşin kuzeni… Yıldırımların kankası o adam… Develerin bile açlığa, susuzluğa dayanmasını öğrendiği kişi… Uyurken yeri döşek, göğü kubbe yapmış…”

Betül sarstı Ceren’i; ''Kendine gel! Böyle bir adam yok. Ancak masallarda görürsün onu. Çalışsın, elini yüzünü yıkasın yeter bu devirde. Gerçekçi olur musun?'' dedi. 

''Neden evleneyim ki kendim gibi hatta kendimden daha marifetsiz, güçsüz, gevşek biriyle? Kalsın...''

Ceren çalışmaya dalmış, saat epey geç olmuştu. Eve dönerken radyoda bir arkası yarın vardı, çok severdi çocukluğundan bu yana radyo tiyatrosunu. Aslında yazar olmak istiyordu ama onda para yok diye avukat olmasına karar verilmişti. Açıp dinlemeye başladı. 

Kadın şöyle dedi; ''Yük alan bir eşi olmalı insanın. Yalnızlık bize mahsus bir şey değil…''

Markete uğradı, annesinin istediklerini almak için. Kasaya doğru ilerledi çok güzel bir terlik gördü, ''Bunun 38 numarası var mı?'' diye sordu. 

Kasiyer; ''Onun eşi yok, işe yaramaz atmayı unutmuşuz.'' dedi. 

Bir taş daha, bu gidişle kafa kalmayacak taştan…

Evde market poşetlerini boşaltırken annesi tek terliği görünce ''Bu ne kızım?'' dedi.

Ceren, ''Onun da benim gibi eşi yokmuş, birbirimize destek oluruz diye aldım.'' 

Annesi ve anneannesi birbirlerine bakıp, ''Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?'' dediler kızgınlıkla.

“Yok anne ne münasebet, eşleşmeye çalışıyorum?” 

Ortalık kızışınca odasına çekildi. Kitap okurken ananesi geldi. 

Başlıyoruz yine... 

Sabah akşam yemeklerden önce bir doz anneanne nasihati almadan kendimi sağlıklı hissetmiyorum. :) 

“Kaç yaşıma geldim bir ayağım çukurda. Senin evlendiğini göremeden öleceğim diye çok korkuyorum.'' diye başladı anneannesi. 

Bu sefer başka kanaldan girmişti. Taktik bitmiyordu ki eskilerde.

“Evde kaldın sayılır, güzelsin ama öyle işveli cilveli de değilsin. Sana bakacaklar, seni bulacaklar diye bekleme. Etrafına bak biraz, kadın seçer kocayı.”

Ayak üstü saydırdı, Ceren daha ağzını açamadan gitti.

Koy Çayı Usta Yeniden Başlıyoruz...

Pazar sabahı kalktı Ceren, mutfağa girdi; 

“Bugün kahvaltı benden.'' dedi. 

Kahvaltıya teyzesi ve kuzenleri gelecekti. ''Sen ne anlarsın kahvaltı hazırlamaktan, biz hazırlarız.'' dedi annesi. 

Ceren; ''Hem evlen diyorsunuz hem de bunları öğrenmeme engel oluyorsunuz. Resmen geleceğimle oynuyorsunuz. Farkında mısınız bugün evlensem ekmek kesmek dışında bildiğim bir şey yok. Bana biçtiğiniz rol hep dış dünyadaydı, evin içinde bir rol vermediniz. Erkek Fatma oldum. Şoför Nebahat miydi yoksa? Neyse...'' 

Neredeyse gözleri dolmuştu.

Biraz geç bir fark edişti ama olsun başlamak için hiçbir zaman geç değildi.

O zaman anladı hayatta hep kendi başına debelenmiş ve çok yorulmuştu aslında. Yorulduğunun farkında bile değildi çünkü aynaya bile bakmaya zamanı olmuyordu çoğu zaman. Kendini o kadar vermişti ki çalışmaya, hayatın kalan anlarını kaçırdığını fark etmemişti. Hayatında çeşitlilik yoktu ki… Tek yönlü bir hayatı vardı oda sadece işti…

Bu yüzden de evliliği garipsediğini fark etti. 

Çünkü evlilik demek çeşitli sorumluluklar demekti…

Çeşitli sorumlulukların altından yalnız mı kalkacaktı?

Elbette hayır…

Eş denilen şey de aslında bu yüzden vardı…

Hayatta ki yükleri paylaşmak için…

Yüklerini paylaşmaya ne çok ihtiyacı vardı aslında…

Bunun içinde hayatın çeşitli alanlarında sorumluluk alması gerektiğini anladı. 

"Ne zorlaştırmışım hayatı aslında kendime"

"Bir elin nesi var? İki elin sesi var…"

"Koy çayı Ceren koy… Yeniden başlıyoruz" :) 


Bütün mesele bugün karaya bir damla ak düşürmek...
Ortalığı beyaza bürümek değil...
Y.H.

Yorumlar

  1. Ne kadar samimi ve tatlı bir yazı! Bütün sultan bekar arkadaşlarımla paylaşacağım :)

    YanıtlaSil
  2. Günümüzün meselesi çok tatlı anlatılmış. Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  3. “Çocuklar hayata göre yetiştirilir, kendimize göre değil...” gerçekten ne kadar doğru. Yazanın emeğine sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Çocuklarımızı çok başka marifetlerle yetiştirip marifetsiz kaldıkları alanlarda başarı bekliyoruz. Sen sadece dersine çalış, işine git, işinde başarılı ol deyip neden evliliğin sorumluluğunu almıyor diye kızıyoruz.

    YanıtlaSil
  5. çok çok beğendim çok güzel anlatılmış çoğumuz bu kafalardan yetiştik aslında mutlu olmayı kaçırmışız elinize kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  6. Okuduk, ayaklarımızın üzerinde durmaktan pehlivan olduk..
    snnemiz bile koçum aslanım diye sever oldu bize.. o kadar güçlendik ki prenseslik yanımıza uğramıyor bile 🥹

    YanıtlaSil
  7. Ne güzel anlatılmış, günümüzde yaşanan bir problem bu.
    Teşekkürler 🍃

    YanıtlaSil

Yorum Gönder